Probiyotikler “pro” ve “biota” olarak iki kısımdan oluşan “for life” anlamını taşıyan canlı mikroorganizmalar, prebiyotikler ise kolon bakterilerinin sayı ve aktivitelerini ve probiyotiklerin etkisini arttıran, sindirilmeyen karbonhidratlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalar probiyotiklerin gastrointestinal sistem hastalıkları üzerinde etkili olabileceğini göstermektedir. Probiyotiklerinde yararlı mikroorganizmaların çoğalmasını uyararak, probiyotik etkiye yardımcı olduğu gösterilmiştir. Barsak mikro florasının yö net iminde aç ık la ya n b ir başka yak laş ım ise s inb iyot ik ler in kullanılmasıdır. Bu derlemede probiyotik ve prebiyotiklerin beslenmedeki önemi vurgulanarak bu konuda yapılan çalışmalar özetlenmiştir.
Probiyotik Mikroorganizmalar
Pro” ve “biota” olmak üzere iki kısımdan oluşan probiyotik terimi “for life” (yaşam için) anlamını taşımakta olup, antibiyotik teriminin anlamca karşıtıdır (Coşkun, 2006). Probiyotikler sağlıya faydalı, canlı bakteri içeren yiyecekler olarak tanımlanır ( Kaleli, 2007 ) . Probiyotik özellik taşıyan mikro organizmaların insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri ilk defa 1908 yılında, Nobel ödüllü Rus araştırmacı Elie Metchnikoff tarafından ortaya atılmıştır (Çakır, 2003). Rus araştırmacıMetchnikoff yıllar önce Bulgar köylülerinindaha uzun yaşadığını farketmiş ve bunuaraştırdığında bu insanların bol miktarda yoğurt tükettiklerini görüp, yoğurdu incelediğinde canlıbak terilerle karşılaşmış ve bunlara Lactobacillus bulgaricus adını vermiştir (Yağcı, 2005). Günümüzde en yaygın olarak kullanılan probiyotikler Laktobasillerdir (Gürsoy ve ark., 2005). Laktobasiller bebek mamalarında, probiyotik ilaveli sütlerde ve çeşitli farmasötik preparatlarda probiyotik olarak bulunabilmektedirler (Pereira et al., 2003).
İnsan vücudunun yaklaşık 2 m2’si deri ile 300 m2’si mukozal yüzey ile kaplıdır (V ura l ve Çelen, 2005 ). Bu yüzey insan vücudunu yaklaşık olarak 101 4 mikroorganizmadan ayırmaktadır (Coşkun, 2006). Gastrointestinal sistemin mukoza yüzeyi akciğer yüzeyinden daha küçük olmasına karşın fonksiyonu komplekstir (Gürsoy ve ark., 2005). Gastrointestinal sistem normal florası doğumda sterilken, yenidoğan döneminde kazanılmakta ve yaşam boyu sabit kalmaktadır. Floranın kaynağı normal doğum sırasında yutulan annenin vajinal ve fekal florasıdır (İnanç ve ark., 2005). Gastrointestinal kanal dış dünyadan yiyecek içeceklerle gelen zararlı ajanlara (patojen mikroorganizma, kimyasal ajanlar), besin maddelerinden oluşan antijenlere ve normal gastrointestinal flora orjinli antijenlere karşı devamlı savaşım halindedir (Ö zde n, 2005). Prob iyot ik teda vis inin bar sak sa vunma bariyerini mikrobiyal ekolojiyle teşvik ettiğine inanılmaktadır (Jones, 2002).Probiyotiklerin birçoğu patojen olmayan mikroorganizmalar olup Laktobasiller, Bifidobakteriler ve Enterokoklar gibi insan sindirim sisteminde doğal olarak bulunmakt ad ır lar. Ancak so n yılla rda yap ıla n ça lış ma la r ileba zı prob iyot ik mikroorganizmaların (Lactobacillusrhamnosus, Lactobacillus paracasei gibi) olası potansiyel patojenite ler i tesp it edilmiş ve ürün uygulamalarında kullanılacak probiyotik mikroorganizmaların bu açıdan titizlikle değerlendirilmeleri gerekliliğine dikkat çekilmiştir (Gürsoy ve ark.).
Probiyotik Mikroorganizmaların Etki Mekanizmaları
Probiyotik bakterilerin insan sağlığı ve beslenmesi açısından oldukça önemli terapötik ve diyetetik özellikleri olduğu bilinmektedir.
Gastrointestinal Hastalıklar
Probiyotik mikroorganizmaların sağlık üzerine faydalı birçok etkisi belirlenmiştir (Tok ve Aslım, 2007). Probiyotikler gastrointestinal enfeksiyonların önlenmesi ve tedavisi amacı ile insan normal bağırsak florasının tekrar oluşturulması için her geçen gün daha fazla kabul görmektedir (Yılmaz, 2004).
Laktoz Sindirimine katkısı: Laktoz sindirim bozukluğu dünyada erişkin popülasyonun yaklaşık %75’ini etkilemektedir (Turan ve İlter, 2007). Savaiano ve arkadaşlarının 1984’te yaptıkları bir çalışmada Laktoz intöleranslı kişilerde laktozun yoğurttan, süte göre daha kolay absorbe edilebildiğini belirlemişler ve bu durumun muhtemel nedeninin yoğurt bakterileri tarafından laktozun intraluminal sindirimi olduğunu bildirmişlerdir (Savaiano et al., 1984).
Zubillaga ve ark. (2001) probiyotik olarak Lactobasil içeren ürünlerin tüketiminin beta-glukoronidaz, nitroredüktaz ve azonitroredüktaz gibi fekal bakteri enzimlerinin aktivitesini azalttığını rapor etmişlerdir. Buna bağlı olarak da kolon mikroflorasının hızlı bir şekilde adapte olarak ince bağırsakta sindirilemeyen laktozun büyük bir bölümünü metabolize edebileceği belirtilmektedir.
İshal: İshal, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan beş yaşın altındaki çocuklarda enönemli hastalık ve ölüm nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Kutlu, 2001). İshal genellikle dışkının normal şeklinin kaybolması, miktar veya defekasyon sıklığının artması olarak tanımlanır (Eroğlu, 2008). Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle infeks iyö z is ha ller ö ne mli b ir sa ğlık sor unud ur ve çoc uk ö lümler inin ö ne ml i nedenlerin biridir (Öztürk, 2007). İnanç ve ark. (2005) gelişmekte olan ülkelerde mortalitenin önemli nedenlerinden biri olan ishalin tedavisinde probiyotiklerin kullanımının uygun olabileceğini vurgulamıştır.
Guandalini ve arkadaşlarının (2000) 10 Avrupa ülkesindeki 13 merkezde yürüttükleri bir araştırma projesinde, 1-36 aylık toplam 287 çocuk üzerinde 140 çocuk plasebo grubu ve 147 çocuk Laktobasillus rhamnosus GG (LGG) grubu, akut ishal vakalarında LGG kullanımının ishal üzerine etkisi incelenmiştir. Çalışma sonucunda LGG verilen rotavirüs diyareli çocukların defekasyon süreleri 76.6 saatten 56.2 saate düşmüş ve sulu dışkılama sayısında önemli azalmalar olduğu belirlenmiştir. Ayrıca plasebo grubunda 7 günden daha uzun süren diyare vakası olanlarının oranı %10.7 bulunmuş iken, LGG grubunda bu oranın %2.7 olduğu belirlenmiştir (Guandalini et al., 2000).
Nekrotizan Enterokolit: Neonatal nekrotizan enterokolit (NEK) yenidoğan döneminin, sebebi bilinmeyen ciddi bir gastrointestinal sistem hastalığıdır (Ceylan ve ark., 1998). İnsidansi ülkeden ülkeye, hastaneden hastaneye değişmektedir (Çetinkaya ve Köksal, 2004).
Lin ve ark. (2005) 180 çalışma gruplu ve 187 kontrol gruplu bir çalışmada tek başına anne sütü ile beslenen gruba göre, anne sütü yanında Lactobacillus acidophilus ve Bifidobacterim infantis içeren bir mama ile beslenen bebeklerde nekrotizan enterokolit sıklığının %63 oranında azaldığı gösterilmiştir.
Kolombiya’da yapılan bir çalışmada Lactobacillus acidophilus ve Bifidobacterium infantis kullanılarak nekrotizan enterokolitte %60’lık bir azalma sağlanmıştır. Ancak bu konuda henüz bir yorum yapabilmek için geniş kapsamlı çalışmalara gereksinim vardır (Hoyos, 1999).
İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları : Kronik inflamatua r ( iltihabi ) b a r s a k hastalıkları, ülseratif kolit ve Crohnhastalığı olarak ikiye ayrılır (Oktay, 2001).
Ülseratif kolit: Kolonda mukozaya sınırlı ülserasyonlarile karakterize inflamatuvar bir hastalıktır (Özden, 2007). Guslandi ve ark.’nın (2003) kontrolsüz çalışmalarında, steroid ilacı kullanımı için uygun olmayan 25 ülseratif kolithastasına mesalazin ile birlikte 4 hafta Sacchoromycesboulardii mayası verilmiş ve çalışmayı tamamlayan 24 hastadan 17’sinde hastalık aktivitesinin bulunmadığı gözlenmiştir.
Ishikawa ve ark. (2003) da, Bifidobacterium ile fermente edilmiş süt alan remisyondaki ülseratif kolit hastalarında relaps oranının kontrol grubundakinden anlamlı olarak daha az olduğunu saptamışlardır (İşler, 2005).
Crohn hastalığı: Crohn hastalığı, insanların gastrointestinal sistemini ağızdan anüse kadar etkileyen, etiyolojisi bilinmeyen kronik iltihabi bir hastalıktır (Güner, 2004).
Crohn tanısı ile izlenen klinik remisyondaki 32 (20 erkek, 12 kadın) hastada meselamine ve Sacchoromyces boulardii alan grupta tekrarlama oranlarının az olduğunu saptamışlardır (Guslandi et al., 2000).
Konstipasyon: Dışkının (feçes) kuru, sert, normalden az ve geç olarak dışarı atılması hali konstipasyon olarak tanımlanmaktadır (Gürsoy ve ark., 2005). Kabızlık yakınması olan bireylerin fekal florasında Bifidobakteriler ,Bacteroides ve Clostridia’lar azalmıştır (Coşkun, 2006). Yapılan çalışmalarda Lactobacillus ac idop hilus NFCB 1748 (yo ğur t içer s inde ), Lac tobac illus ca se i, S hiro ta ve Lactobacillus rhamnosus GG (fermente peyniraltı suyu içeceği içersinde) kullanımının konstipasyonun tedavisinde ve semptomlarının hafifletilmes inde olumlu rolleri olduğu tespit edilmiştir (Gürsoy ve ark., 2005).
Helicobacter Pylori Enfeksiyonu: Helikobakter pylori (Hp) enfeksiyonu dünyada en sık rastlanan enfeksiyondur. Dünya nüfusunun yarıdan çoğu bu bakteri ile enfektedir (Özden, 2007). Oh ve arkadaşları (2002), Amerika’da üretilip tüketilen geleneksel yoğurdun 24 saat süre ile aynı ortamda inkübe ettikleri 10 farklı Hp suşunun tamamının gelişimini inhibe ettiğini belirlemişlerdir.
Alerji: Yoğurt ve Laktik Asit Bakterilerinin allerjik reaksiyonlar üzerine olan etkisi üzerinde ciddiyetle durulan konulardan birisidir. Özellikle atopik hastalıklar üzerine olan etkileri yıllardır araştırma konusu olmuştur (Coşkun, 2006). Probiyotikler, Loka l ve ya s iste mik a lle rj ik infla mas yo nda; int est ina l ge ç ir ge nliğ in düzenlenmesinde ve barsak mikroekolojisinin sağlanmasında, barsak immünolojik bariyer fonksiyonunun düzelmesinde etkili olup, intestinal inflamatuvar yanıtı azaltan proinflamatuvar sitokinlerin oluşumunu azaltırlar (Kırsaçlıoğlu ve Özden, 2006).
Lodinova ve ark. (2003), gebelere ve yenidoğan bebeklerine Lactobacillus rhamnosus GG verildiğinde plasebo verilenlere göre atopik egzemada %50 oranında azalma olmuştur.
Prebiyotik Mikroorganizmalar
Prebiyotikler kolondaki bir veya daha fazla bakterinin üremesini ve/veya aktivitesini teşvik ederek konakçıya faydalı olan, sindirilemeyen gıda içerikleri olarak tanımlanır (Harman and Knol, 2006). Prebiyotikler kolondaki yararlı mikroflora (Lactobacillus, Bifidobacterium gibi) tarafından selektifolarak kullanılır iken, toksin üreten Clostridium’la r , proteolitik Bacteriodes ’ ler ve toksijenik Esherichia coli gibi potansiyel patojen mikroorganizmaların çoğalmasını engellemektedir (Yılmaz, 2004). Şu ana kadar belirlenmiş prebiyotikler sindirilemeyen karbonhidratlardır ve aralarında laktuloz, inülin ve bir dizi oligosakkaridler bulunur. Bazı nişastalar da insan ince barsaklarından geçiş sırasında tam sindirimden kaçarak kolona barsak bakterilerinin kullanabileceği fermente edilebilir karbonhidrat kaynakları halinde ulaşabilirler (Crittenden, 2001).
Bir besin bileşeninin prebiyotik özellik taşıyabilmesi için sindirime dirençli olması, kolon mikroflora bakterileri tarafından hidrolize edilmesi, bir veya kısıtlı sayıda olmak üzere daha çok bakterinin çoğalmasını uyarması, konakçının sağlığı üzerinde olumlu etkileri olması gibi özellikleri taşıması beklenir (Coşkun, 2006).
Bebek formülerinde, insan anne sütündeki oligosakkaridlere benzeyen, bifidobakteri ve laktobasillerin üremesini uyaran spesifik galaktooligosakkaridlerin (GOS) ve fruktooligosakkaridlerin (FOS) prebiyotik karışımları tanımlanmıştır. Bazı raporlar bebek formüllerinin bu spesifik GOS ve FOS karışımlarıyla tamamlanması halinde bifidobakteri sayısının ve laktobasil toplam sayısının arttığı, patojen sayılarının azaldığı ve emzirilen bebeklerdekine benzeyen bir profilde kısa zincirli yağ asidi profilinin indüklendiği gösterilmiştir. Spesifik GOS ve FOS prebiyotik karışımı emzirilen bebeklerdekine benzeyen farklı bir bifidobakteri türleri dağılımıyla da sonuçlanmaktadır (Harman and Knol, 2006). Prebiyotik karışımlar ağızdan beslenmeye bağırsakların toleransını arttırmada da kullanılabilir. Prematüre bebek mamalarına frukto- ve galaktooligosakkarit eklenmesi bifidobakterilerin çoğalmasını uyarır, yumuşak ve sık dışkılama sağlar (Coşkun, 2005). Hindiba (Cichorium intybus) ve enginar prebiyotikten zengindir. Hindibada %15-20 inülin ve %5-10 oligofruktoz bulunmaktadır. Besinlerin çoğunda bulunan inülin hindiba kaynaklıdır yada sukrozdan sentez edilmektedir. Oligofruktozise inülinin kısmen hidrolize edilmiş şeklidir (Coşkun, 2006).
Prebiyotiklerin Sağlığımız Üzerindeki Olumlu Etkileri: Deney hayvanlarından elde olunan sonuçlar inülin, oligofruktoz, gluko-oligosakkarit ve galakto- oligosakkaritlerin özellikle kalsiyum ve magnezyum emilimini arttırdığına işaret etmektedir . Oligofruktoz alımı ile bir likte femur ve tibiada kemik dansitesi artmaktadır. Bu sonuçların insanlar için genellenmesinde dikkatli olunmalıdır. İnsanlarda prebiyotiklerin kalsiyum emilimindeki yararlı etkisi gösterilmiştir. Ancak demir, magnezyum ve çinko emilimi üzerindeki etkileri konusunda yeterince çalışma yoktur. İnsanlarda yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar alınmasında farklı türden, farklı dozda ve farklı sürelerde prebiyotik kullanımı ve farklı miktarlarda kalsiyum tüketiminin rolü vardır (Coşkun, 2006). Günde 4-10g fruktooligosakkarit alındığında bifidojenik etki göstermektedir. Bir porsiyon pırasa yemeği, bir küçük boy muz, bir küçük boy soğan ve sarımsak günlük prebiyotik gereksinimini karşılamaktadır (İnanç ve ark., 2005). İnülin ve oligofruktoz yüzyıllar boyu hiç bir yanetki göstermeksizin bir besin bileşeni olarak kullanılagelmiştir. Kalorileri de düşüktür. Çocuklarda günlük alınması önerilen en az miktar 5 gr’dır (Coşkun, 2006).
Sinbiyotikler
Barsak mikroflorasının yönetiminde bir başka yaklaşım ise probiyotiklerin ve prebiyotiklerin birlikte kullanıldığı sinbiyotiklerin kullanılmasıdır. Sinbiyotik kavramı, probiyotiklerin in vitro ve in vivo deneylerde canlı kalabilme özelliklerinin geliştirilmesi ve hayvan modellerindeki mikrobiyel popülasyonların modüle edilmesi amacıyla geniş ölçüde incelenmiştir (Liongand Shah, 2005). Halen sinerjistik etkiyi destekleyen bilimsel kanıtlar yoktur. Ancak başlangıç aşamadaki çalışmaların sonucu ümit vericidir (Kutlu, 2001).
Kaynak:
Tasdemir A. Probiyotikler, prebiyotikler ve sinbiyotikler. Sağlık Akademisi Cilt | Volume:2, Sayı | Issue: 1, Nisan | April 2017